Sayfalar

23 Ağustos 2012 Perşembe

Sekiz Arıza Aşk Filmi







Aşk şahane bir şeydir; aşk huzur verir, aşk sert müzik dinletir, aşk dış etkenleri kırar geçer, aşk gözleri parlatır, aşk geçici dış müdahaleleri görmezden getirir, aşk mücadele etmeyi kolaylaştırır,  aşk kanı sulandırır, aşk kalp krizi ve kanser risklerini önler ve aşk birçok şey, aşk çok güzel…
Bu yüzden güzel birkaç aşk filminden bahsetmek istedim.
Sekiz arıza aşk filmi diye başlık attım, aslında 10 tane olacaktı ve daha şık duracaktı fakat iki tane daha çıkaramadım. Birçok kült film var aşk üzerine yapılmış buram buram romantizm kokan ama benim aradıklarım tam da aşağıdaki liste tadında. Daha sert, daha tutku dolu.
Aslında aşağıda bahsi geçen filmerin yönetemenlerinin diğer filmleriyle de tamamlayabilirdim listeyi ancak bu sefer de anlamsız olurdu bir liste oluşturmak. Belki ileride tamamlarım. Velhasıl neymiş bu filmler görelim. Not: Numaralandırma gelişigüzeldir.

1- Wild at Heart (1990)

David Lynch’in romantik yönünü çok seviyorum, adam çılgın bir bünyeye sahip; fazla deli, anormal, hiçbir kategoriye yerleştirilemeyen, sürreale fazla yakın filmlerinin yanında duygusal filmler yapmayı da ihmal etmiyor. Blue Velvet de romantik ve deli bir filmdi fakat bu filmde ekrana tıklayıp ‘’Heyy aşk var!’’diye uyarıyor resmen.
Film aynı isimde bir romana dayanıyor, senaryo ve yönetmenlik Lynch’e ait. Başrolleri Nicholas Cage (pek sevmesem de iyi oyuncu) ve Lynch’in gözde oyuncularımdan Laura Dern paylaşıyor. Bir yol hikayesi.
Filmin aşıkları Sailor ve Lula aşklarını yaşayabilmek için fazlasıyla mücadele ediyor hatta bu mücadele içerisinde uzaklara gitmek bile var. Bu denli mücadele gerektiren etken ise Lula’nın kötü ve çılgın bir kadın olan annesi.
Film büyük bir sarayda verilen bir davet ile başlıyor Sailor’a yapılan bıçaklı saldırı esnasında Sailor adamı döverek öldürüyor ve hapis yatıyor. Aralarındaki diyalogtan Sailor ve Lula’nın annesi Marietta arasında bir şeyler olduğunu düşünüyoruz çünkü Marietta ölümcül şekilde iki aşığı ayırmaya çalışıyor tabi ilerleyen dakikalarda Lynch’lik bir şizofreni ile aşıkları birleştirmek istemediğini anlıyoruz. Bıçaklı saldırı sonuncu adam öldürdükten sonra Sailor hapis yatıyor ve çıktığında aşıklar tekrar birleşiyor.
Film fazlasıyla romantik aynı zamanda da erotik sahneler içeriyor. Mesela Bir diskoda Sailor mikrofonu kapıp aşkına Elvis şarkısı olan Love me ‘yi söylüyor Lula adeta eriyor. Erotikliğe gelince çiftin birçok cürretkar sevişme sahnesi var.
Filmin sonlarına doğru Sailor tekrar hapis yatıp çıksa da film mutlu son ile bitiyor.


2- True Romance (1993)

Quentin Tarantino eli deymiş leziz bir film. Yönetmen Tony Scott, senaryo ise Tarantino’ya ait.
Filmde birçok ünlü isim yer alıyor, tek tek saymayacağım. Bu filmin aşık kahramanlarını Christian Slater ve çok güzel Patricia Arquette canlandırıyor.
Çizgi roman dükkanında çalışan ve sıradan hayatı olan Clerance bir akşam yalnız başına film izlemeye gider ve bir kadınla tanışır. Bunun güzel bir rastlantı, bir şans olduğunu düşünmüştür ama sonrasında bu durumun arkadaşı tarafından yapılmış bir doğum günü sürprizi olduğu anlaşılır. Karşılaştığı kadın Alabama bir eskorttur. Bu aşık olmalarına engel olmaz ve güzel bir aşk yaşamaya başlarlar. Bu seferki engel ise uyuşturucu satıcısı Gary Oldman’dir. Alabama onlara ait bir kadındır. Zorluğu düşünün, aşk engel tanımaz tabi. Basit bir yaşam sahibi dediğimiz Clerance gidip hepsinin hakkından gelir ve ellinde bir çanta uyuşturucuyla geri geliri. Bu film de bir yol hikayesine dönüşür.
İlk film ile arasındaki bir diğer benzerlik ise yine Elvis’tir. Clerance şizofrendir ve gerçekte var olmayan arkadaşı ise Elvis Presley’dir.
Film mutlu sonla bitiyor ama yaşadıkları zorluklar oldukça sert.


 

3- Chungking Express (1994)

 

İki yorucu Amerikan filminden sonra bu kez yine aşk dolu bir Çin yapımı film var üçüncü sırada. Yönetmenliği Won Kar –Wai’ye ait. Aşıklar rolünü Tony Leung Chiu Wai ve Faye Wong (aşırı güzel) üstleniyor. Takashi Kaneshiro ise yakışıklığı ile yine göz dolduruyor fakat gerçek adam o değil.
Film iki ayrı hikayeden oluşuyor bir tanesi Takashi’nin May isminde bir kız tarafından 1 Nisan’da terk edilişini anlatıyor. Terk edilmiş bu adam Doğum günü olan 1 Mayıs’a kadar kızın dönmesini bekler bu esnada her gün son kullanım tarihi 1 mayıs olan  ananas konservesi alır ve onları yer. Nedenini izleyip öğrenin.
Doğum gününde sarı peruk takan bir kadınla tanışır.( Bu kadının hikayesi bambaşka.) Bu kadınla bir otel odasında uyurlar, bu onu son görüşü olur. Bir fast food dükkanına girer orada Faye isimli bir kız çalışıyordur, Faye Takashi ile değilde ilk bakışta karizmatik polisi memuruyla göz göze gelir ve ona aşık olur ve böylece Takashi’nin hikayesi son bulur ve Faye’nin hikayesi başlar. Polisin hostes bir sevgilisi vardır. Kadın onu terk eder ve tüm çılgın mücadelesi sonunda Faye ile Polisin aşkı başlar. Büyük uğraşlardan sonra bu da mutlu sonla biter. Müzikler şahane.

 

4-  Going Home (Three-2002)


Doğu Garajı’na taşındığımın ilk günü sene 2007 üç genç kız oturup bir diz üstü bilgisayardan izlemiştik bu filmi etkileyici bir film.
Going Home, üç ayrı yönetmenin, üç kısa filminden oluşan Three filminin üçüncü filmi.. En iyisi de Going Home şahsen. Filmin yönetmenliği Peter Chan’a senaryo ise Jojo Hui ve Matt Chow’a ait. Bu üç film aşkı anlatsa da asıl türü çoğu Uzak Doğu filmi gibi gerilim.
Aşıklar; Yu ve Hai’er.
Wai isimli bir polis memuru küçük oğlu Cheung ile birlikte tekinsiz bir siteye taşınır. Cheung tuhaf bir şeylerin olduğunu siteye ilk girdiği andan itibaren anlar ve huzursuz olur. Tuhaf bir komşuları vardır. Her gün büyük siyah poşetlerle çöpe bir şeyler atar ve hiç konuşmaz. Bir gün Cheung kaybolur. Wai oğlunu ararken tuhaf komşunun dairesinden içeri açık kapıdan süzülür ve  küvette yatan cansız bir kadın bedeniyle karşılaşır. Yu duruma şahit olduğu için onu evde tutsak eder. Aslında karısının ölmediğini, onun yaşadığını üç gün içinde de tamamen canlanacağını söyler. Onu da bu duruma mani olmaması için tutsak eder. Fakat Wai’nin polis arkadaşları eve baskın düzenler. Yu tutuklanır, karısını ise otopsi için bir tabuta koyup götürürler. Buna izin vermek istemeyen Wai götürülen karısının ardından koşarken araba çarpar ve ölür. Otopsi sonrasında kadının üç yıldan beri ölü olduğu anlaşılır ama garip bir durum vardır. Kadının vücudu hala sapasağlamdır ayrıca saç ve tırnakları uzuyordur. Olayın nedeni kaydedilmiş bir video ile anlaşılır. Yu ve Hai’er doktordurlar ve kimyasal ilaçlarla tedaviye asla inanamıyorlardır. Uzak Doğu tıbbına, bitki ile tedavi yöntemine inanırlar. Hai’er üç yıl önce kanser hastalığına yakalanır, Yu’dan kendisini öldürmesini ve vücudunu bitkisel yöntemlerle iyileştirmesini ister. Yu karısını boğup öldürür ve üç yıl boyunca her gün onunla konuşur, onu yıkar, saçlarını tarar, hiç bıkmadan tam üç yıl. Ayrıca aynı durum Yu’nun başına da gelmiştr ve Hai’er ona aynı aşkla her gün bakmış ve onu iyileştirmiştir. Bu filmin sonu kötü bitiyor çünkü Hai’er uyanmaya yüz tutmuşken aşkı ölmüştür. Aslında belli de olmaz Hai’er, Yu’yu tekrar diriltebilir.


 

5- Gadjo Dilo (1997)

Yaşadığı yer Pars’ten kalkıp Romanya’ya müzik aşkı için giden bir adamın, gerçek saf aşkını buluşunun hikayesi. Müzikle harmanlanmış şahane bir film.
Aşıklar; Romain Duris ve Rona Harter. Senaryo ve yönetmenlik Tony Gatlif’e ait.
Fransız bir genç olan Stephane kar kış dinlemez alır çantasını babasından kalma kasetteki şarkıcı Nora Luca’yı aramak onunla tanışıp, müzik yapmak için Romanya’ya gelir. Yolda Izidor adlı bir adamla tanışır. Yaşlı adam Izidor ona Nora Luca’nın nerde olduğunu bildiğini söyler ve yaşadığı kasabaya götürür. Burada zar zor anlaşsalar da ortak yönlerinin müzik olduğu birçok iyi çingeneyle tanışır. Ona bir ev verirler. Birkaç ay orada yaşar, Nora Luca’yı bulamaz ama çingenelerin büyük müzik anlayışı sayesinde bolca müzik yapar ve orada Sabina isimli bir Çingene kadına aşık olur. Birlikte hayatın tadını çıkarırlar, doğa ortamında pek de zorluk yoktur, aşkları için mücadele etmelerine gerek de yoktur. Ayrı dünyaların insanı diye anlayışları da yoktur dolayısıyla sonu mutlu biter.


6- Room In Rome (2010)

 

 Şimdi en sevdiğim yönetmenlerden Julio Medem filminde sıra. Medem çok derin aşk hikayelerinin adamıdır, kalpleri alır, eliyle okşar çoğu filminde.
Room In Rome’da bir gecelik bir aşkı konu etmiş. İmkansız bir aşk ve tutku dolu bir gece. Yönetmenlik ve senaryo yine İspanyol yönetmene ait. Aşıklar; Elena Anaya ve Natasha Yarovenko.
İki genç kadın İtalya’da bir klüpte karşılaşır ve birlikte eğlenirler. Dönüşte Alba, Natasha’yı odasına davet eder. Natasha kabul eder, Alba lezbiyendir ve Nathasha’dan çok hoşlanmıştır. Aralarında cinsel bir şeyler olacakken Natasha lezbiyen olmadığını hatta bir adamla nişanlı olduğunu söyler ve Alba’nın ısrarlarına rağmen odayı terk eder ama dönüşü çabuk olur çünkü Natasha telefonunu odada unutmuştur. Bu kez aralarında bir şeylerin olmasını engelleyemez. Sabaha kadar sevişirler, birbirlerine kendi hayatlarını anlatıp, ağlarlar, konuşurlar, çığlık atarlar. Birlikte muhteşem bir gece geçirirler. Belki bir daha kimseyle yaşayamayacakları aşkı, anlayışı, şefkati o gece tatmışlardır ama sabah kahvaltı sonrası ayrılmak zorundadırlar. Aralarındaki aşk sır olarak kalır ve aslında mutlu sonla biter. Kendi yollarına bu küçük sırla giderler.


7- Black Cat, White Cat (1998)

Emir Kusturica’nın en yorucu romantik komedi filmi. Hareketlilik ve heyecan filmin ilk dakikasından son dakikasına kadar sürekliliğini koruyor. Başrol aşıkları; Florijan Adzovich ve Branka Katic. Kumarbaz ve işe yaramaz babası, Zare’yi borcu olan mafya babasının kız kardeşiyle zorla evlendirmek ister. Zare ise Ida’ya aşıktır. Zorla da olsa düğünleri yapılır evleneceği kız da Zare’yi istemez hayatının aşkıyla evlenmek istiyordur. Bir anlaşma yaparlar ve gelin kaçar. Yolda hayatının aşkıyla karşılaşır. Zare de artık Idayla evlenebilecektir. Gelinin abisi kötü adam Dadan ile bol koşurturmalı bir mücadeleye girerler. Sonunda her iki çiftin de istediği olur, düğünleri yapılır. Filmin basit konusu sizi yanıltmasın içinde doğaüstü olaylara kadar her türlü macera mevcut. Müzikler de cabası. Eğlenceli ve sürükleyici aşk hikayesi ve mutlu son.


8- Bad Guy (2001)

Güney Koreli yönetmen Kim Ki Duk’a ait bir film. Aşıklar; Jae Hyeon Jo ve Won Seo.
Kim Ki Duk’un birçok romantik filminden en arızası budur bence. Bir kadına ölesiye tutkun kötü bir adam, tutkunu olduğu bu kadına intikamla karışık bir bağlılığı vardır.
Film başladıktan sonra yine güzel ve zarif bir Kim Ki Duk kızı görüyoruz, kimi zaman Kim Ki Duk pembesi elbiseler içerisinde, narin. Bu güzel, üniveriste öğrencisi bayan erkek arkadaşını beklerken bir tacize uğruyor ama bu başka şekilde ne sözle ne de elle taciz. Direkt kızın dudaklarına yapışıyor hem de erkek arkadaşının yanında. Askerler ve etrafta bulunan kişilerin müdehalesiyle zorla ayırıyorlar kızdan bu adamı. Tacize uğayan kız kendinden özür dilemesini istiyor fakat adam hiç konuşmuyor, askerlerden dayak yediği halde (meydan dayağı da denilebilir) özür dilemiyor.
Kız da herkesin gözü önünde adamı tokatlayıp, hakaret ediyor yetmezmiş gibi bir de suratının ortasına tükürüyor. Her şey bu olaydan sonra başlıyor zaten. Bu tükürüğün intikamı olacaktır elbet ama işin için de büyük aşk ve tutkuda fazlasıyla mevcut.
Bad Guy film boyunca konuşmuyor bir sahne hariç o da çarpıcı burada izleyicinin yüzünde bir tebessüm bile belirebilir. Aşık da olsa kötü adam her zaman kötü adamdır gibi bir mesajı var. Sonunun mutlu mu, kötü sonla mı bittiği görecelidir.





 

 Sekiz farklı gözden, sekiz farklı arıza aşk hikayesi listesi burada sonlanıyor. Hepsinin en büyük ortak özelliği sıkı mücadele; çiftler alıyorlar sopayı, kılıcı önlerine çıkan her türlü düşman ile savaşıp bir savaşçı gibi aşklarını koruyup sahip çıkıyorlar. Farklı örnekleri de vardır tabi. Yazıyı 10′a tamamlamak umuduyla. Aşkla kalın ya da aşksız siz bilirsiniz.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder