Sayfalar

8 Ocak 2013 Salı

Şahane sahnelere eşlik eden en sıkı film müzikleri




Bazıları müziği olmayan ya da müziği iyi olmayan filmin tatsız olduğunu, filmin kullanılan parçalarla tamamlandığını söylerler. Bana kalırsa o sadece tınıya, heyecana, harekete  ihtiyaç duyan  filmler için geçerli. Bazen müziği filmde hiç aramam veya ilk izlediğimde yönetmen kulağımıza sokmazsa müziği fark edemem.
Tabi bazı filmler vardır ki müziklerin geçtiği sahneleriyle kült olmuşlardır. Birbirlerinden ayrı düşünülemezler.
Bu tip filmlerde en etkileyici olanı seçmede zorlandığım parçalar olsa da bir şekilde içlerinden sıyrılan olur her zaman. Bir film aklıma geldiğinde en öne çıkmış müziği zihnimde dönebilir, yapışmıştır bir şekilde ve flashbackler yaşatır bazen.
Benim aklıma ani bir düşünüş ile on beş tane film müziği geldi. Aslında birçoğunu filmden bağımsız bir şekilde dinler, severim ama filmlerde duyduğuma sevindiklerim diyebilirim memnuniyetle.
İşte bu yazımda bunun gibi güzel müzikleri barındıran filmleri sıralayacağım.
Seçmekte zorlandığım için gelişi güzel sıralıyorum.

1. BLUE VELVET : Roy Orbions “IN DREAMS”

Blue Velvet , 1986 yapımı bir David Lynch filmi. Yönetmen kişiliğinin haricinde müzik yapan Lynch’in filmlerine iyi müzikler kullanmış olması hiç şaşırtıcı değil.
Kesik bir kulak, bir parça mavi kadife kumaş ve sadist bir adam etrafında dönen hikayeye eski müziklerle esrarengiz ve duygu yüklü anlamlar katmış. Çıldırmış Frank Booth (Denis Hooper), Jeffrey (Kyle MacLachlan)’ın güzel yüzünü dağıtmak isterken, “bebek yüzlü adam” Jeffrey’nin bu durumdan hiç korkusu yok gibi görünür.  “Dağıt yüzümü yeter ki gururumu kırma” der gibi bakarken okkalı bir öpücük alır ve müzik başlar; “A candy colored clown they call the sandman/ Tip to estomy room every night/ Just to sprinkle star dust and to wisper/ Go to sleep every thing is alright…”





2. C.R.A.Z.Y: The Rolling Stones “SYMPATHY FOR THE DEVIL”

C.r.a.z.y, 2005 yapımı bir Jean MarcVallee filmi. Film muhteşem, soundtrackleri ise daha da muhteşem. Beş tane boy boy oğlu olan bir ailede diğerlerinden sıyrılan, yumuşak ve narin Zac’ın baba baskısı sonucu muhteşem müziklere sığınmasından faydalanıyoruz film boyunca. Filmin müziklerinde boş yok. Ama aşağıdaki sahne ile müziğin uyumu inanılmaz; benim için unutulmayacak sahnelerden biri de bu. Bir de değinmeden geçemeyeceğim Zac’ın yükselişi ve inişi o kadar muhteşem kurgulanmış ki göze batan hiçbir yanı yok. Şimdi videomuzu izleyelim.


3. 2046 : Connie Francis ” SIBONEY”

2046, 2004 Kar Wai Wong filmi. Geleceği konu eden bir yazarın etrafındaki kadınlardan ilham alarak yazma çabalarına şahit olup, yer yer  kaybolmuş anılarını bulmaya çalışan insanlarla geleceğe gidiyoruz.  Filmde fantastik öğeler fazla ama romantizm ile iç içe geçmiş olduğundan müzikleri derin, düşündürücü ve özlem kokan türden. Bu özelliklerden değil ama filmle birlikte şu şarkıyı dinleyince aklım başımdan gidiyor resmen.


4. THIS IS ENGLAND: UK Subs “WARHEAD”

2006 Shane Meadows filmi. Bir grup genç “skinhead”in sıkı arkadaşlıkları, kültür çatışmalarına karşı mücadeleleri ve İngiliz alt kültürünü barındıran bu filmin müzikleri, filmin bir adım ötesine geçmiş durumda. Müziklerin hepsi birbirinden şahane. Toots and the Maytals, “54-46 Was My Number” ve UK Subs War Head arasında gidip geldim, sonunda Warhead’de karar kıldım. Bu arada filmin devamı dizi olarak çekildi.


5. EXILS : Thony Gatlif “MANIFESTE”

Thony Gatlif babanın, kötü müziklerin yer aldığı bir film çektiğini düşünemiyorum. Kendi müziğini kendi yapıp, o parçaya en uygun sesi bulup söyletiyor. Güzel bir film çekip, filme en uygun 10-15 parçayı soundtrack haline getiriyor. Görsel ve işitsel şölen kaçınılmaz hale geliyor böylece. Gatlif filmlerinde, her zaman aradıklarının peşinden giden insanların yol hikayelerini izliyoruz. Bununla birlikte yöreye uygun, çoğu kez etnik müzik dinleme fırsatımız oluyor. Saymaya kalksam işin içinden çıkmam. Bundan dolayı Exils’in giriş sahnesinde mızrak gibi kalbimizi delen “Manifeste”i seçiyorum.
Ritmi ve içeriği ile ağlatır bu şarkı. “it is emergency to talk about freedom”


6. DAWN BY LAW: Tom Waits “TOM WAITS JOCKEY FULL OF BOURBON”

Her Jarmush filmi gibi özünde çok eğlenceli ama yavaş ilerleyen bir film. En sevdiğim filmlerdendir kendisi. Daha önce rastlantı olarak karşılaşmış adamların hapishanede kesişen yolları ve kaçış hikayeleri. Tom Waits’in de oyuncular içerisinde yer aldığı bol müzikli bu filmin müziği ise aşağıdaki kusursuz parça.


7. TRAINSPOTTING: Lou Reed “PERFECT DAY”

1996 yapımı bir Danny Boyle filmi olan Trainspotting eminim herkesin hayatında çok özel bir yeri olan filmlerdendir. Aynı şekilde müzikleri de çok çok önemli bir yer taşır çoğu kişide. Tanrım, öyle bir sahnesi var ki bu filmin; Perfect Day çalıyor, hiç bitmesin istiyorsun, bir yandan da Renton’ın ölmesini istemiyorsun. Öyle gidip geliyorsun.  Bazen de Renton ile birlikte yerin dibinde sıkışıp kalmışsın, hemşire bağırınca kendine geliyorsun. Bu gibi birçok psikolojik durum örneği var şu sahnenin. O zaman bir Perfect Day koyalım da hepimizin içi ısınsın. Gamze bu şarkı sana gelsin.


8. DONNIE DARKO: Joy Division “LOVE WILL TEAR US APART”

2001 Richard Kelly filmi. Donnie Darko, bana hep soğuk gelen ve sevemediğim filmlerden ama içinde barındırdığı parçalardan biriyle aram fena halde iyi. Filmin karanlık yapısına uygun ama yine de biraz havada kalmış gibi. Sevenleri kusura bakmasın ama filme göre şarkı daha derin. Aslında “Mad World” daha fazla kullanılmış ama “Love Will Tear Us Apart” varken ondan bahsetmeye gerek yok sanırım.  Özellikle jenerikte kullanılmış ki insanlar filmin etkisinden kolay kolay çıkamasın.


9. LOST HIGHWAY: David Bowie “I’M DERANGED”

Rastlantı sonucu bu listede yer alan ikinci Lynch filmi Lost Highway; “Dick Laurent is Died” repliği ile başlayan şok, giderek artan bir buhrana dönüşüyor ve hayatımızın kararmasıyla film son buluyor. Gerçek üstünün de bir tık üstü bu filmin müzikleri ise tartışmasız iyilerden. Müzikler içerisinde Rammstein, Nine Inch Nails, David Bowie, Smashing Pumpkins  gibi güçlü isimler yer alıyor. Benim en çok beğendiğim iki isim ise Smashing Pumpkins “The Eye” ve David Bowie “I’m Deranged”. İkisi arasında gidip gelip Bowie’yi tercih ettim.




10. PULP FICTION: Urge Overkill “GIRL, YOU’LL BE A WOMAN SOON”

Tarantino dayımızın bu filmini atlayamazdım tabi ki. Müzikleriyle klasikleşmiş bir film, Trainspotting gibi. Fimden bahsetmeden direkt şarkıya geçebiliriz. Girl You’ll Be a Woman Soon çalar ve Uma Thurman kendine aşık eder dans ederken.


11. OPERA:  Bill Wyman&Terry Taylor “OPERA THEME”

Diğer etkileyici film müziği ise giallo ustası Dario Argento’nun en önemli filmlerinden Opera’da yer alan Opera Theme. Filmde sevdiğim diğer müzik ise Steel Grave ‘’Knights of The Night’’tı ama Opera Theme filmin ağırlığına daha yaraşır cinsten. Macbeth’in uğursuzluğu Betty’i sarmıştır, çevresindeki insanlar bir bir ölürken ayaklarını ardına vurarak kaçmak yerine sürekli katilin çevresinde gezinir ve bu sayede psikopat katilin Betty’e cinayetlerini izletmeyi çok sevdiği can alıcı sahneleri izleyebiliriz.


12. FUNNY GAMES (1997/2007) : Naked City “BONEHEAD”

Michael Haneke’nin 1997 Alman ve 2007 Amerika versiyonu olmak üzere iki kez çektiği filmin müziği öyle etkili ve öyle yerinde kullanılmış ki, daha filmin başında olayların içler acısı boyutlara varacağını anlarız. Filmin giriş sahnesinde arabayla yolculuk yapan mutlu mesut bir aile müzik çalara güzel bir klasik müzik parçası koyarlar, onlar hala mutlu mesut devam ederken müzikte keskin bir geçiş olur ve kocaman kırmızı fontlu  “Funny Games” yazısı ekranı kaplar, buna eşlik eden müzik ise Naked City’nin Bonehead’idir. Aile mutlu mesutken, Haneke bizi gerilimin içine sokmuştur bile. zaten Hanekenin kurbanları bizleriz, her zaman için gerilimi karakterlerden daha fazla ve uzun yaşarız, güzel olan da bu zaten. Not: Videoda Bonehead’in öncesinde çalan parça Benimio Gigli “Care Selve” .




13. ARIZONA DREAM: Iggy Pop&Goran Bregovich “In The Death Car”

Kusturica harikalarından Arizona Dream’i muhteşem yapan şeylerden biri de In The Death Car. Filmde uçabilme isteği var. Zaten Emir Kusturica aklını objeleri uçurmakla bozmuş, bu filmde insanları da dahil etmiş bu tutkusuna. Bir de şu kült replik var: “The fish doesn’t speak, the fish is mute because the fish knows everything.


14. LILJA 4-EVER: Rammstein “MEIN HERZ BRENNT”

2002 Lukas Moodysson filmi. Nedir bu güzel kadınların bahtsızlığı? Güzel Lilja çok sert bir yaşamın pençesine takılıyor. İnsanlar tarafından güzel bir yemek gibi görülüyor, o kadar! Mein Herz Brennt ise bir iç ses, bir haykırış olmuş, filme iyi yaraşmış. Bu arada filmin konusu  Litvanyalı Danguole Rasalaite’nin gerçek hayat hikayesine dayanmaktadır.


15. THE HUNGER: Bauhaus “BELA LUGOSI IS DEAD”

The Hunger’dan geçtiğimiz aylarda bahsetmiştim. Okumamış olanlar için link: http://www.paslanmazkalem.com/the-hunger-bir-avuc-kan-sonsuz-yasam
Kanla beslenen karakterler filmin girişinde kendilerine ziyafet çekmeye hazırlanırken, sahnede Bauhaous “Undead…  undead” diye yırtınmaktadır. Ortam ve müzik vampirlerin kan isteklerini adeta körüklemektedir. Müzik ve sahnenin bütünlüğü ve ritmi açısından “Bela Lugosi’s Dead”in bu listede yer alması zorunlu bir parça diye düşünmekteyim.










6 Ocak 2013 Pazar

Gerilim filmlerinde altın kural: Seksi adamlara güvenmeyin çünkü hepsi katil!



Korku temalı filmlerde seksi kadın profili çok klişedir artık; muhakkak bir tane de olsa atılır ortaya, ya vahşice öldürülüp harcanır ya da kurtulmayı başarıp devam filminde de boy gösterir. Bundan dolayı şunu diyebiliriz; kadınlar korkunun vazgeçilmezi, güzel kadınlar ise çoğu zaman tercih sebebidir.
Konumuz ise her iki yönden de aksi bir durum, korku temalı filmlerde yakışıklı ve çekici adam. Korku filmlerinde bu durum aslında biraz riskli. Estetik güzellik tiksinme duygusunu bastırıyor, bu yüzden daha çok istismarın ya da sapıklığın ön planda olduğu filmlere hiç çekinmeden yakışıklı bir adam yapıştırabiliyorlar. Bence çok nadir karşılaştığımız bu durum artırılmalı, gerçi insanların kendi yerine koymaları yüksek dozda mümkün; adama karizma, can yakıcı ve dağıtıcı bir rol yükleniyorsa, insanlar tarafından fazlasıyla idolleştirilebiliyor. Türkiye’de korku, gerilim vs. gibi filmler çekilemediği için Türk yapımı bir dram filmini örnek vereceğim. Mesela Türkiye’de erkeklerin %90’nı kendini Issız Adam sandı ve etrafta öyle dolaşıp ağlandı, plak biriktirip şarap içti.
Yurtdışı örneklerinde ise seri katil yönünden tehlikeli bir durum; okul basıp taramalı tüfekle etrafa dehşet saçan insanlar oluyor. Dolayısıyla bu yüzden daha çok fantastik kahramanlar olarak karşımıza çirkin korku karakterleri çıkıyor ki çirkinlerin kahramanlığı çoğu kişinin yalnızca tiksinip irkilmesini sağlıyor. Tabi çoğu yönetmenin de istediği durum bu. Biraz düşündüm, güzel yüzlü anti bir karakter bulayım diye. Aklıma Drakula geldi ilk, ama onu da yakışıklı yapmıyorlar ki! Bence Drakula gelmiş geçmiş en karizmatik korku karakteridir. Bir yönetmen sadece dikkat etmiş, diğer tipler fazlasıyla sıradan, Bela Lugosi amcaya hiç değinmiyorum, fazlasıyla karizmatik olmasına rağmen bahsedeceğim kategoriye girmiyor.
Gel gelelim bizim yağız delikanlılara… Bu özellik için fazlasıyla çekici olmaları gerekiyor ve özünde kötü kimseler olmaları da şart. Gerçek ya da metafizik karakter olarak  bazı örnekleri sunuyorum;

Scream (1996): BILLY LOOMIS

Billy bu konuya en cuk oturan karakter. Scream filminin kasıp kavurduğu dönemlerde kızların gözbebeği haline gelmiş ölümüyle de baya üzmüştü.
Billy, doğru kız Sidney’in çok çekici ve aşık erkek arkadaşı, kim derdi ki Munch’un o çok meşhur tablosundan esinlenilen kült maskenin altında bu bebeksi surat var. Önce üzse de kötü olduğuna, git gide seviniyordu insan, çünkü adam Küçük Emrah modundan sıyrılıp resmen çekici hale gelmeye başlamıştı. Ölene kadar kafamızı bayağı karıştırmıştı ve onun hakkında en net hatırladığım şey beyaz tişörtüne kırmızı rengin bayağı yakıştığıydı.




Bram Stoker’s Dracula (1992): COUNT DRACULA

Yaşlı hali her ne kadar bizi dehşete düşürse de Capolla’nın Drakulası Gary Oldman’in, Mina’nın yanına uğradığı halleri iç eritir resmen. Gerçek bir beyefendi, harika bir aşıktır. Kötü ama çok yakışıklı, bir de sevdiğini acıtmaktan çekinir halleri insanı daha da bir etkiliyor. Açıkçası filmi her izlediğimde Keanu Reeves’in bir an önce ölmesini istiyorum ama ölmüyor adam ve film tam tersi bir durumla bitiyor. Gary Oldman en harika Drakula’dır bence. Bu film çok fazla kötü eleştiriler almış olsa da çok severim ve Drakula’nın da hastasıyım.







Queen of the Damned (2002): LESTAT

Belki taşlanırım ama bana göre Stuart Townsend, Tom Cruise’dan çok daha çekici bir Lestat’tı. Tam bir vampir diyebiliriz. Aslında film kötü ve komikti, ona rağmen kostümler şahaneydi ve Lestat’ın yakışıklı bir rockstar, ayrıca kötü bir vampir olması çoğumuzu ekranlar yapıştırmıştır. Keman çalarken, konserde sahneye atlarken ve kan emerken “işte bu rolün adamı Townsend’dır” dedirtir cinsten.  Gerçi filmin sonu felaket, Lestat babaanne tarzında bir hatunu sevip iyi oluyor ama yine de onu kötü ve yakışıklı bir vampir olarak hatırlayalım derim.




The Doom Generation (1995): XAVIER RED

Bu filmin korkuyla bir alakası yok. Fakat Xavier listeye fazlasıyla uygun bir isim o yüzden es geçemeyeceğim. Muhteşem gülüş ve kusursuz bakışların altında acımasız bir seri katilin ruhsuz ve acımasız tavrını taşıyor. Aslında, altında taşımakla kalmayıp film boyunca birçok kişiyi acımasızca kanlar içinde bırakıyor. Tipik seri katil ve sapık rolünün hakkını veriyor. Otostopla tanıştığı iki sevgili bile bu yakışıklılığa kayıtsız kalamıyor.




House of Thousand Corpses (2003): OTIS

Rob Zombie’nin bana göre Texas Chainsaw Massacre filminden etkilendiği bu filmde ben en fazla ilgilendiren karakter ilk izlediğim andan itibaren ‘’Otis’’ olmuştur. Bir damla acıma, zerre duygu hissedemeyeceğiniz bir karakteri canlandırıyor ve takındığı tavırlar, giyim kuşam şekil itibariyle tam bir anti karakter. Gerçekte Otis’in Billy Moseley olduğunu bilmek çok acı olsa da böyle bir karakter yarattığı için Rob Zombie’ye ayrı bir hayranım.







American Psycho (2000): PATRIC BATEMAN

Doom Genaration ile benzer bir durum,yine korku filmi değil de bir nevi sapık katil filmi olan American Psycho’daki Patric Bateman’i bu listeye dahil ediyorum. Christian Bale tartışmasız yakışıklı bir adam, zira bu filminde karizmasını kat kat artırmış olduğunu düşünmekteyim. Temizlik ve bakım takıntısı, en iyi kartvizit hastalığı ve elektrikli testereye varıncaya kadar yakalandığı öldürme ve can acıtma tutkusu. Zenginlik kurbanı ve son derece rahatsız edici katıksız sapığımızın güzelliğini görmezden gelemiyoruz maalesef.




Ichi The Killer (2001): KAKIHARA

Şimdi Amerikan sapık dünyasından uzaklaşıp Uzak Doğu’ya doğru bir geçiş yapıyorum. Takashi Miike’nin bomba filmlerinden Ichi The Killer’ın en etkileyici karakteri de bu listede yerini alıyor. Asıl, katil manyak Ichi, fakat filmde bizi ilgilendiren sapık yakuza Todanobu Asano’nun canlandırdığı Kakihara. Çılgınlıklarıyla aklımızı almış olsa da -özellikle dilini keserken- çoğu kişinin filmi sevme ve filmden etkilenme sebebi olduğu kanısındayım. Yırtık ağzı iki ayrı piercing tarafından tutuluyor ve bir Japon’a göre oldukça farklı.





Konuyu kapatırken, kurban olmamak adına  sıvışamayacağınız bir çapraz ateşe girmeden önce yukarıdaki başlığı hatırlayın derim.