Sayfalar

27 Kasım 2011 Pazar

Bad Guy (2001)



Bad Guy, çoğu kişinin “3-Iron” filminden tanıdığı Güney Koreli yönetmen Kim Ki Duk ‘un sıra dışı filmlerinden biri.
Az diyaloglu bununla birlikte  rahatsız edici bir film. Kötü bir adamın saplantı haline getirdiği bir aşk hikayesini konu alıyor ki kötü adamın aşkı nasıl ve ne şekilde olur görüyoruz bir nevi. 
Film başladıktan sonra yine güzel ve zarif bir Kim Ki Duk kızı görüyoruz, kimi zaman Kim Ki Duk pembesi elbiseler içerisinde, narin. Bu güzel, üniveriste öğrencisi bayan erkek arkadaşını beklerken bir tacize uğruyor (her genç kızın yaşadığı şey heyecanla sevgilisini beklerken rahatsız edilmek) ama bu başka şekilde ne sözle ne de elle taciz. Direkt kızın dudaklarına yapışıyor hem de erkek arkadaşının yanında. Askerler ve etrafta bulunan kişilerin müdehalesiyle zorla ayırıyorlar kızdan bu adamı. Kötü adamın teni koyu, saçları oldukça kısa ve boynunda derin bir yara izi var. Tacize uğayan kız kendinden özür dilemesini istiyor fakat adam hiç konuşmuyor, askerlerden dayak yediği halde (meydan dayağı da denilebilir) özür dilemiyor.
 Kız da herkesin gözü önünde adamı tokatlayıp, hakaret ediyor yetmezmiş gibi bir de suratının ortasına tükürüyor. Her şey bu olaydan sonra başlıyor zaten. Bu tükürüğün intikamı olacaktır elbet ama izledikten sonra görün derim ben bahsetmeyeceğim , film oldukça hoş ve akıcı , günümüzde geçse de farklı anatomileriyle Uzakdoğu estetiğini yine hissedebiliyoruz kişilerde. Bir de beni en derinden etkileyen olay kızın Egon Schile hayranı olması. (Daha doğrusu yönetmen hayranı)

Bad Guy film boyunca konuşmuyor bir sahne hariç o da çarpıcı burada izleyicinin yüzünde bir tebessüm bile belirebilir. Aşık da olsa kötü adam her zaman kötü adamdır diyor bu yazımı kısa kesiyorum.

22 Kasım 2011 Salı

Fargo (1996 )



Birbirinden başarılı, hayal güçleri dorukta iki yönetmen, senarist kardeşler. Yaptıkları işlere hayran olmamak imkansız, ilk filmleri ‘Blood Simple’ ile ileride de büyük işler başaracaklarının ip uçlarını en baştan verdiler zaten, hatta marka oldular bile denebilir, ‘Coen Kardeşler’. Şimdi bahsetmek istediğim filmleri ise ‘Fargo’ burada oyuncularından tutun çekimlerine, sertliği büyük bir estetikle sunmalarına kadar her şey kusursuz.
Hatta filmde bir sahneyi resim zannetmişliğim bile var ki aldığı ödüller de haklılığımın ispatı; 69. Akademi Ödülleri’nde En İyi Özgün Seneryo ve En İyi Kadın Oyuncu , Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve BAFTA  Ödüllerini almıştır.(ayrıca bir çok ödülü vardır) 2006 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından  “kültürel, tarihi, ve estetik olarak önemli” fimler arasında seçilmiştir ve ABD Ulusal Film Arşivi’nde yerini almaktadır.

Filmi izlediyseniz ve beğenmediyseniz bilemem ama izlediyseniz adamların pek çok şeyi aynı anda başardıklarını göreceksiniz. Zeka ile olanakların harmanı leziz bir film izlemeyenlere tavsiye edilir.
------SPOILER-------
Film ‘THIS IS A TRUE STORY…’’ diyerek başlasa da seneryodan, kurgulara her bir şey Coen Kardeşlere aittir, ancak  kendileri bu hikayeyi yazarken gerçekte olan birkaç olaydan esinlendilerini söylerler. Örneğin, Grimsund’un  suç ve iş ortağını talaş makinesine atarak ortadan kaldırmaya çalışması gibi. Adamlar özellikle kurgulamada dahiler, film akıp giderken olaylara ister istemez şahit oluyorsunuz hatta olayın içine bile giriyorsunuz. Fargo’da da böyle durumlar ve kurgular var mesela yine Grimsun’un polis memurunu beklenmedik bir şekilde vurması ve adamın kafasından oluk oluk kan boşalması ve bizim de olaya saniyesi saniyesine şahit olmamız, arkamızı dönüp ‘ıyy şu sahne geçsin’ deme gibi bir şansımız yok ve harika olan da bu zaten.
Film Jerry’nin bir barda iki tane gangster tipli adamla buluşmasıyla başlıyor, amaçlarını anlamazken -Jerry ezik ve zararsız görünümlüdür- adamların Jerry’den haraç aldıklarını veya madur durumda bırakıldığı bir şeyler yaşattıklarını düşünebilirsiniz. Hatta saf adamı, buluşmaya bir saat geç geldiği için uzun süre azarlarlar, konuya daha sonra girilir ki  bu saf adamın o kadar da masum olmadığı anlaşılır, gangster tipli iki adamdan karısını kaçırıp kadının zengin olan babasından 80.000$  fidye isteyerek tehtid etmelerini ister, fakat Jerry 1.000.000$ isteyecek ve paranın büyük bir kısmını kendi alacaktır. Sebep ise Jerry’nin bu paraya ihtiyacı olması ve kayınpederinin kendisine zırnık koklatmaması. Jerry Minnesota’da araba satıcılığı yapmaktadır ve bu iki adamla çalıştığı yerden tanıdığı bir eski hükümlü sayesinde tanışmıştır.
Üç adam anlaşmalarını yaparlar ve sıradan bir ev kadını olan fidye unsuru evinde tv başında örgü örerken bu kötü iki adam tarafından kaçırılır. Her şey bu masum kadın kaçırıldıktan sonra meydana gelir ve filmin heyecanlı anları başlar, kadını kaçırdıkları sırada yolda arabayla ilerlerken önce devriye gezen ve arabayı durduran  bir polis memurunu  vururlar daha sonra olaya istemeden şahit olan iki kişiyi. O gece üç ayrı kişi öldürülmüştür ve olayı Marge isimli hamile bir polis memuru araştırmaya başlar. Kadın sürekli görevi esnasında bir şeyler yer ve ben izlerken bu kadın bu olayları çözemez demiştim :D ama muhteşem oyunculuğu da beni şaşkınlığa uğratmıştı.Düşündüğümün aksine Marge olayla bağlantılı olduğu düşünülen bir çok kişinin ifadesini alır ve olayları çözmeye başlar.  
Bu arada Jerry’nin sevgili kayınpederi fidyeyi vermek üzere katillerle buluşmaya bizzat kendisi gider (bu Jerry’nin planlarını fena halde alt-üst edecektir), huysuz ihtiyar katillerden komik görünümü olan Showalter ile otoparkta buluşur, kızını almadan parayı vermek istemez, tartışırlar ve Show onu öldürür, kendisi de çenesinden vurulmuştur, parayı alıp kaçar hatta çıkışını engellemeye çalışan otopark görevlisini de öldürür. Çantadan 1.000.000$ çıkar, Showalter’ın yüz ifadesini bir düşünün. Kendi payları olan 80.000$ ı ayırır ve diğer büyük kısmı ıssız bir yere gömer. Geri döndüğünde Grimsurd kadını öldürmüştür, bu iki katilin (gangstarler katil odular tabi çoktan) arasında anlamsız bir kavga başlar ‘arabayı kim alacak?’ Kaçık arkadaşı dayanamaz ve Showalter’ı baltayla öldürür. Bu arada Marge hala olayın peşindedir Jerry ‘den şüphelenmiştir ve arabayla onun peşinden giderken yol üzerinde katillerin arabasını görür ve bu hamile cesaretli bayan Grimsrud’u görür hem de Showalter’ın kalan parçalarını talaş makinasında öğütmeye çalışırken.. karlar kan revan içindedir :/ hazırlıksız olan Grim silahlı Marge’den kaçarken bacağından vurulur. Sonra polis arabasında katili polis ekibine teslim için götürürken birkaç özlü söz sarf eder: ‘Tüm yaptıkların para için mi?’,’ Birkaç kuruş için mi?’, ‘Bak bu güzel günde buradasın’ gibi.’ Sanki Grimsurd’un gözleri dolmuştur ya da ben öyle hissetmek istedim, bir de hafiften gülümsüyordu galiba.
Sonra ezik adam Jerry yakalanır.

Son sahnede Marge ile sevimli kocası yatakta tv izleyerek konuşmaktadırlar, vahşi doğayla ilgilenen  resim sanatçısı eşi bir eserinin posta pulları üzerinde kullanılmasına karar vermiştir ondan bahsederler ve bir de konu doğacak çocuklarıdır. Cesur polisin huzurlu hayatını görürürz ve film sona erer.
Film bitince aklıma şunlar takıldı; Grimsrud hamile polis bir kadın tarafından vuruldu, tamam tahmin edebiliyoruz bu dev adamı silahla tehdid ederek ayrıca mesafesini koruyarak aracına bir şekilde bindirdi sonra ekibe teslim etti. Sonra adam tutuklu yargılandı vs. Jerry’nin oğluna ne oldu peki ya da 920.000$ a neler oldu, buları bilemiyoruz tabi .


  


15 Kasım 2011 Salı

Raise the Red Lantern (1991)



Filmin orijinal ismi “Da hong deng long gao gaogua “, Çin yapımı bu drama filmin yönetmenliğini  1991 yılında  Yimou Zhang  üstlenmiştir.Ana karakteri Li Gong canlandıyor.
Film 1920’lerin Çin’inde geçiyor,.Uzak Doğu yapımı bir film olması dolayısıyla estetik güzellikler açısından hiçbir kaygı yaşamadan izlenebilir. Adından da anlaşılacağı gibi filme kırmızı bir renk hakim. Mimari yapı , kıyafetler kusursuz.

Filmde,  Songlian isimli 19 yaşında geç kızın hikayesi anlatılır bir bakıma, üniversiteyi altı ay kadar okuyabilmişken babası ölür ve ekonomik çöküş yaşarlar, annesi zengin biriyle evlenmesini uygun görür , varlıklı ve köklü bir aile olan Chen’e dördüncü gelin daha doğrusu kuma olarak gider. Güzelliği, gençliği ve mütevazı tavırlarıyla iyi biri olduğunu belli eder ama gençliğinin verdiği büyük saflıkları ilerleyen sahnelerde ortaya çıkıyor. Yaşadıkları tarihi arazide eskiden beri süre gelen sistem ve ve kurallar vardır. Buna uymak ve buraları sürdürmek eşlerin ve çalışanların zorunluluğudur. 
Eşler kendilerine tahsis edilmiş ayrı evlerde yaşarlar, akşamları avluda kapıya çıkarlar ve efendileri hangi odada geceyi geçirmek istiyorsa fener yakılır ve o eşin önüne koyulur , hazırlıklara başlanır, tüm fenerler seçilen kişinin odasına ve kapısına götürülür hepsi yakılır sonra hanım hazırlanır en önemlisi de ayak masajıdır -bu diğer eşleri çileden çıkarır- ayak masajı yapılması ailece çok önemli bir gelenek çünkü masaj sonrası gece iyi seksle sonuçlanır onlar için.
Baş karakter Songlian dördüncü eştir, ilk eş yaşlı bir kadındır, ikinci eş orta yaşlı ve güler yüzlü bir kadındır ancak filmde kötü rolü hiç beklenmeyen bir zamanda onun üstlenmiş olduğunu öğreneceğiz.(Songlian’a büyü yapmıştır) Üçüncü eş güzel bir opera sanaçsısıdır, filmin başları onun kötü bir karakter olduğunu sanmamıza göre kurgulanmıştır ki ilk gecelerinde Songlian ve Efendilerini sürekli rahatsız eder.


Songlian ilk günlerini çok sever ancak gün geçtikçe olaylar karışık hal alır psikolojik gel-gitler yaşar, diğer kadınlar hizmetçisi dahil olmak üzere , güler yüzlü davransalar da ona karşıdırlar , aralarında büyük bir rekabet vardır. İkinci eşin kendisine büyü yaptığını öğrenince psikolojik açıdan çöküş yaşarken mücadele etmeye başlar, hamile olduğu konusunda yalan söyler, bu yalanı ortaya çıkınca kurallar gereği efendisi fenerlerinin üzerini kapattırır ve odasına bir daha uğramaz. Bu kendisini yalnız hissetmesine neden olur, onu ele veren hizmetçisini cezalandırır ve istemeden ölümüne sebep olur daha sonra ağzından üçüncü eşin zina yaptığını (aile doktoruyla) ağzından kaçırır ve onun da vahşice öldürülmesine sebep olur . Binanın en üst katında küçük bir oda vardır -oldukça ürkütücü- biz bu odayı görmeyiz. Songlian idam sonrası oraya çıkıp içeri bakınca aklını yitirir. Yazın gelmesile eve beşinci hanım alınır. Songlian aklını kaçırmış bir aile üyesi olarak hayatının geri kalanını da orada geçirecektir.


10 Kasım 2011 Perşembe

Rock’n’Roll High School: RAMONES (1979)






1979 Amerikan yapımı komedi filmi, birkaç yönetmeni ve yazarı var ; Allan Arkush, Richard Whitley, Russ Dvonch isimlerden bazıları.


Tüm okul Sheena is a Punk Rocker şarkısıyla coşuyor ve hikaye, okula prensip sahibi ve dominant bir müdürenin gelmesi ve öğrencilere Rock’n’Roll daha doğrusu RAMONES dinleme yasağı getirmesiyle başlıyor ve punk rock seven bir grup öğrenci RAMONES’dan da yardım alarak müdüreyi nakavt edip okula yeniden hakim olabilmek için çabalıyor.


Film oldukça eğlenceli, özellikle RAMONES sevenler için izlenmesi gereken bir film.
Filmde grubun bir çok sahnesi  var  ilk olarak “Gabba Gabba Hey” plakalı araç ile konser alanına şarkı söyleyerek gelmeleri; çok güzel, çok tatlılar.


Daha sonra, bence en güzel sahne olan ve her gencin hayali olabilecek RAMONES üyelerinin (Joey,Johnny,Dee Dee,Marky) Riff’in yatak odasında minik bir konser vermesi. “ I want you arouuundd , I want you arouuundd” şahane!, Dee Dee Ramone’un da duştaki sahnesi oldukça tatlı.:D
Fare ile yapılan sound testini de unutmamak gerekli, desibel ölçen aletteki grup isimleri, en düşük seviyeden başlayarak sırası ile; Muzak, Pat Bone, Debbie Bone, Donny and Marie, Kansas, Peter Frampton, Foreigner, Jetro Tull, Led Zeppelin, Ted Nugent, Rolling Stone, The Who ve RAMONES. Ses en yüksek seviyedeyken haporlörler BOMM! Sebebi ise RAMONES ‘dur ve bu sound gençleri yoldan çıkarır, diye düşünür despot kadın.


Sonra konser sahnesi var grup birkaç süper şarkı söyler , konsere gelmiş Beethoven hastası müzik öğretmeni bile RAMONES hayranı oluverir kısa zamanda.
Riff’in kuliste Joey ile tanışma sahnesi var bir de , hatta arkadaş olurlar ve grupça okula gelip öğrencilerin özgürlük savaşında onlara yardım ederler. En sonunda “Rock’n’Roll High School “ parçası söylenir bahçede ve okulu patlatarak ateşe verirler. Kazanan Punk Rocktır.


ROCK’N’ROLL HIGH SCHOOL
Well i don’t care about history
Rock, rock rock’n’roll high school
Couse that’s not where i wanna be
Rock, rock rock’n’roll high school
I just wanna have some kicks
I just wanna get some chicks
Rock, rock rock’n’roll high school

Well the girls out there knock me out, you know
Rock, rock rock’n’roll high school
Cruisin around in my GTO
Rock, rock rock’n’roll high school
I hate the teachers and principal
Don’t wanna be taught to be no fool
Rock, rock rock’n’roll high school

Fun fun rock’n’roll high school
Fun fun rock’n’roll high school
Fun fun rock’n’roll high school
Fun fun oh baby





Taste of Cherry (1997)




    Yönetmenliğini Abbas Kiarostami’nin yaptığı 1997 yapımı bir İran filmi.
Film,  Cannes Film Festivali 97 yılında Altın Palmiye ödülünü almaya hak kazanıştır.


Film, işçi pazarında etrafına bakınarak arba süren İranlı, orta yaşlı bir adamla başlıyor, bazı sahneler hariç film boyunca konu arabada geçiyor denilebilir. Birini arar gibi, hatta filmin başında iki ameleyle iletişim kurmaya çalışıyor ama amacını konuştuğu karakterlerin anlayamadığı gibi biz de anlayamıyoruz çünkü baş karakter hiç düşünmüyor , hayal kurmuyor , biz de tam bir röntgenci konumuna geçiyoruz, ‘amacı ne acaba’ deyip , izlemekten başka çaremiz olmuyor.
Film ilerleyen dakikalarda şekillenmeye başlıyor, baş rol karakteri Badii topraklı vadide arabasını sürmeye devam ederken, kışlaya gitmek için yola koyulmuş Kürt bir erle karşılaşıyor ve onu gideceği yere götürmek isterken kendisine bol para kazanabileceği bir iş teklif ediyor, er kabul ediyor fakat Badii, yapacağı iş hakkında en ufak bir ip ucu bile vermeden işi yapacağı yere gitmek için yola koyuluyor, bu davranış eri korkutup şüphelendiriyor ve rahatsız edici bir şeylerin olacağını tahmin edip inmek istiyor. Sonra bir tepeye varıyorlar, Badii ere yapacağı işi anlatmaya başlıyor,”Kiraz ağacına gübre olmak istiyorum’’diyor  ve ona önlerinde duran kiraz ağacını ve çukuru gösteriyor ve  sonrasında ertesi sabah 06:00 civarında gösterdiği yere gelip kendisine seslenmesini, seslendikten sonra cevap verirse elini tutup çekmesini, cevap vermeze o çukura yirmi kürek toprak atmasını istiyor, hepsi bu fakat genç er çok korkuyor asla kabul etmiyor arabadan inip kaçmaya başlıyor.

Bu sahneden sonra Badii’nin intihar etmek istediğini anlıyoruz, arabaya binip tekarar etrafına bakınıyor bu kez, taş işleme fabrikasına rastlıyor orada  Afgan bekçi ve onu ziyarete gelmiş Afgan bir İlahiyatçı ile tanışıyor ve ilahiyatçıya arabayla turlamayı teklif ediyor, ona da bu gizemli isteğinden bahsediyor, Afkan inançlı olduğu için asla kabul etmiyor .Badii: ‘’Müslümanlıkta intihara yer yok ama Allah’ı bekleyemeyeceğimiz raddeye gelebiliriz, etrafa zarar vermek de günahtır ve benim ölmem gerekli diyor’’ Afkan kendini öldürmekle başkasını                  öldürme arasında hiçbir farkın olmadığını söylüyor ve kabul etmiyor.
Badi kararlı bir şekilde diğer kişiyi aramaya koyuluyor, bu arada psikolojik çöküşler yaşadığını ve çok mutsuz olduğunu görüyoruz. Diğer kişi ise Türk asıllı yaşlı bir adam, adamın çocuğu hastadır ve paraya ihtiyacı vardır fakat yol boyunca Badii’ye öğütler verir, yaşadığı tecrübeleri, doğanın güzellikleri vs. bir çok şeyden bahsederek fikrinden dönmesi için çaba sarf eder. Hatta kendisinin yaşama bir dut tanesi ile döndüğünden bahsediyor.Ölürse bir kirazı asla tadamayacağından , güneşin doğuşunun güzelliğini göremeyeceğinden bahsediyor. Tüm konuşmaların faydasız olduğunu görüyoruz ve yaşlı adam da iniyor arabadan ama bu sefer anlaşmayı kabul etmiş biri oluyor. Artık istediği kişiyi bulmuştur, biraz ilerledikten sonra yaşlı adamı bıraktığı müzeye geri dönüyor ve ona uyanmazsa kendisine taş atması gerektiğini söylüyor, burada da korku dolu olduğunu anlıyoruz , ölümden korkuyor fakat canlı canlı gömülmüş olmaktan daha da fazla korkuyor ki aslında kendisine pek de kıyamayan biri , önceki bölümlerde Afgan'ın omlet ikramını kendisine dokunduğu için reddetmişti ayrıca ölüm şeklini, gömüleceği yeri, kendisini gömecek kişiyi de kendisi belirliyor.
Yine dış camdan Badii’nin evini izliyoruz, uyku hapları içiyor ve uyumak için kiraz ağacının olduğu yere taksi ile gidiyor ve uzanıyor.


Hava gök gürültülü ve yağmurlu, Badii’yi uzandığı toprağın arasında görüyoruz en son sahnede artık uykuya daldığını görüyoruz , ertesi gün uyanmamıştır diye düşünüyorum.


8 Kasım 2011 Salı

"Caotica Ana"-Julio Medem (2007)




‘Sex and Lucia’ ve ‘Lovers of the Arctic Circle’ gibi muhteşem filmlerin de yazarlığını ve yönetmenliğini yapmış, İspanyol yönetmen Julio Medem’in 2007 yapımı filmi ‘Caotica Ana’ Ibiza adasında babasıyla yaşayan Ana’nın hikayesini konu alıyor. Ana : iyi erkek çocukların annesi, hem de yüz yıllardan beri. ‘Beni iki bin kere öldürsen de, ben yeniden doğacağım. Sen beni yenemezsin,ben iyi adamların annesiyim.Hepsi iyi insanlar olacak, ordular doğuracağım.’   Erkek gözünden çekilmiş dişi bir film olduğu söylenir, ‘Savaşları sizin gibi adamlar yarattı’  belki de filmi trafik kazasında ölen kızkardeşi Ana ‘ya ithaf etmesi nedeniyledir. Reenkarnasyon hikayesi de denilebilir Film 10 dan başlayarak geriye doğu anlatılan kısımlardan oluşur. Hipnoz esnasında olduğu gibi 10,9,8.. 0 başla.


Yetenekli bir ressam olan Ana ve babası Ibiza’nın huzurlu doğasında, mağrada bir nevi hippy hayatı sürdürürler. Resimlerinden haberdar olan ve onları çok beğenen Justine ona iyi bir eğitim ve ekonomik destek vaad eder, Ana’yı Madrid’te kendisine ait olan yaratıcı resim atölyesine götürmek ister ve ona teklifte bulunur (hippy art comune). Teklif cazip gelir ve gitmeyi kabul eder.

Sınıfta bağımsız yağlı boya çalışması yapılırken, öndeki kişiyle(Said) aynı resmi yaptıklarını görür ve bir tür kriz geçirir. Said ile tanışırlar hatta büyük bir aşk yaşarlar, birlikte yaşamaya başlarlar ancak Ana’nın girdiği bir komada esnasında (Arapça konuşmaya başlar), sevgilisinin aslında ölen annesi olduğunu anlar ve onu terk eder , ondan kaçar.
Daha sonra kendisini hipnotize ederek neler olduğunu öğrenen Anglo ile tanışır. Ana’nın geçmiş yaşantıları ‘Bunlar benim geçmiş hayatlarım değil, ölümlerim.’ , ölümleri hakkında bir çok bilgiye bu şekilde ulaşırlar ayrıca hipnoz esnasında okulda edindiği en yakın kız arakadaşı da olayların videolarını çeker.

Filmin ilk sahnesinde beyaz güzel bir  güvercin atmacanın kafasına sıçar, sonunda ise Ana, Bakanın suratına 
:D Bu esnada atmacanın gözleri bağlıdır, başkan ise Ana ile sevişmek istemektedir.
Film pek akıcı değil hatta zaman zaman da geriyor bile denebilir ama bunun benim için pek de önemi yok. Önceki filmleri kadar da beğenilmedi ama Julio Medem filmi sevenler muhakkak izlemeli (çekim açıları, mekanlar,resimler, kıyafetler  görülmeye değer) ayrıca başrol oyuncusu Manuela Velles’in estetiğini ve iyi oyunculuğunu görmek için bile izlemeye değer diyorum. 

Princes et Princesses (2000)




Michel Ocelot yönetmenliğinde Fransız yapımı bir gölge animasyon filmi.
Filmde bir grup animasyon yapımcısı kafa kafaya verip eski prens ve prenses masallarını anlatan , karakterlerin silüetten oluştuğu bir gölge animasyon filmi yaparlar. Altı ayrı masal anlatılır, renklerin ve çizimin estetiği  ayrıca konuların akıcı olmasıyla film izlenim esnasında şeker kıvamıyla ağızda hoş bir tat bırakabilir.

La Princesse des Diamants (Prenses ve Elmaslar)

İlk hikaye ,gizli bir saraya büyülenerek tutsak edilmiş bir prensesin kurtarılma hilkayesidir. Prensesin 111 elmastan oluşan, tamamı otların arasına dağılmış olan gerdanlığı kum saati bitmeden önce tamamlayan prens büyüyü bozacak ve prensesi kurtaracaktır ancak sonuncu elması bekçi için saklamaları gereklidir çünkü bu şekilde geçişi sağlayabileceklerdir, tamamlanmış elmas gerdanlığı ise prensese verecek ve sonunda prenses kendisini kurtarabilen bu kahramanla evlenecektir fakat zaman dolduktan sonra kolyeyi tamamyamayan kişi karıncaya dönüşecektir.






Le Garçon des Figues (Genç ve İncirleri)

İkinci hikaye ,Firavun döneminde dürüst genç bir adam Mısır prensesine  kışın ortasında yetişen lezettli bir incir hediye eder ve karşılığında altın alır. Bu olay süreklilik kazanır ve  kötü niyetli kraliyet kahyası genç adama komplo düzenler.


La Sorciere (Cadı)

Ortaçağ Avrupasında kral kızını kötü bir cadının tıktığı mekanik canavar tarafından korunan kaleden kurtaracak ve cadıyı alt edecek  cesur biri ile evlendirme vaadi verir. Bir çok kişi prensesi kurtarma girişiminde bulunur, topla , tüfekle saldırır hatta içeri girebilmek için kaleyi ateşe veren bile olur ama faydasızdır. Sadece bir geç hiçbir girişimde bulunmaz ve sadece düşünür , günlerce prensesi kurtarabilmek için düşünür. Sonunda gider kalenin kapısını çalar ve içeriye girebilir. 







Le Manteau de la vieille dame (Yaşlı Kadın ve Mantosu)

Japonya’da Hokusai  zamanında yaşlı şair bir bayan seyahat etmektedir. Şairin çok pahalı ve namlı bir mantosu vardır, bunu öğrenip kötü niyetle yaklaşan adama şair dersini verir. Adamın sırtında dört bir yanı gezer, saatler süren bir yolculuk yaparlar ve sonunda…


La Reine cruelle et le montreur de Fabulo (Zalim Kraliçe ve Fabulo eğiticisi)
 
3000 yılında zalim bir prenses yaşarmış ve herkese kötülük yaparmış.  Bir gün bir fabulonun ıslık sesi duyar ve bu onu sakinleştirir, çok hoşuna gider. Fabuloyu eğiticisinden satıl almak ister fakat eğitici bunu kabul etmez, iddaya girmeye karar verirler. Prenses gün batımından önce eğiticiyi bulursa eğitici yok olacaktır bulamazsa Prenses eğitici ile evlenecektir. Kraliçenin Mega-Radarından kurtulmak imkansızdır tek yol, kendini öldürmek ya da kraliçenin evine girmektir.


Prince et Princess (Prens ve Prenses)

Fransız bir rokoko bahçesinin görkemi ve zerafeti içerisinde prens ve prenses birbirlerine aşlarını ilan ederler ‘sizi daima seveceğim’,  ‘sizin için her şeyi yaparım’, ‘sizin için yapamayacağım bir şey yok’ ,’siz herkesten güzelsiniz’, ‘sizden daha yakşıklı kimse yok’, ‘birinin beni daha yakışıklı yapma gücü var’, ‘?’ ve prenses prensi öper prens önce bir kurbağaya dönüşür sonra büyüyü bozmak için tekrara öpüşürler bu kez de prenses sümüklü böceğe dönüşür, bir birlerinden iğrenirler, öpüşmede zorlanırlar,   sonra balığa derken gergedana kadar bir çok değişik hayvana dönüşürler, (bir fille bir zürafanın öpüşebilme ihtimalini düşünsenize :D ), öpüştükçe durum devam eder en sonunda prens prenses olur prenses ise prens ve masal burada sona erer.