Sayfalar

28 Şubat 2012 Salı

The Legend of 1900 (1998)




1900 Efsanesi, Giuseppe Tornatore’ın yönettiği 1998 İtalyan yapım bir film. Baş rolde en başarılı oyuncular arasında yer alan Tim Roth’u görüyoruz. Müzikler Ennio Morricone’a ait.
Film  hayatı boyunca bir gemide yaşamış ayağı karaya basmamış bir müzisyeni konu alıyor. 
Danny Boodman 1900 yılının ilk haftası, Virginian adlı gemide piyanonun üstünde yeni doğmuş bir bebek bulur, bebek T.D. Lemons yazan bir kutunun içindedir. Artık onun oğludur ve ona T.D Lemons 1900 adını verir. Bu çocuğu çok sever ve onu ellerinden almaları korkusuyla asla gemiden indirmez. 8 yaşında Danny ölür, babası öldükten sonra da asla karaya inmez, piyano çalmaya başlar ve muhteşem piyano çalıyordur. Gemiden inmeyen efsanenin adı artık duyulmuştur. Dünyaca ünlü piyanist Jelly R. Morton (Bluse’u yaratan adam) da bu namı duymuştur ve kendisine meydan okur. Duello için gemiye gelir son derece artistik ve başarılı bir performans sergiler fakat 1900 Blues’un babasını alt eder, muhteşem çalar, hatta efsane bir piyano çalış sahnesi vardır, sigarayla birlikte. 1900 herkesi büyüler. Bu arada yaşadığı gemi artık çok eskimiştir ve gemiden artık inmesi gereklidir. Tüm ısrarlara rağmen asla gemiden inmez ve geminin imhasında hayatını kaybeder.
Film konusu ve oyunculukları itibariyle çok başarılı. Bununla birlikte ufak ayrıntılar da oldukça hoş yansıtılmış. Mesela 1900’ün ilk kez kadın gördüğü an gibi. Öyle bir varlık görüyoruz ki onun gözünden adeta hayran kalıyoruz Denizde çok farklı bir yaşam süren adamın hikayesi, hem kalbe hem de müzikleri ile kulağa hitap eden bir film. Haydi izleyip bu masumiyete ortak olalım.


24 Şubat 2012 Cuma

Hit So Hard (2011)




Hit So Hard, Türkiye’de bu yıl !f Film Festivali kapsamında gösterime girdi. Hole müzik grubunun bir dönem davulculuğunu yapmış en önemli üyelerinden lezbiyen prenses Patty Schhemel’in hayatına dayalı olarak kameraya alınmış bir belgesel film. Yönetmenliği P. David Ebersole’a ait. Filmin adı, Hole’un Celebrity Skin albümde yer alan ‘Hit So Hard’ parçasından alınma.
Filmde Patty’nin bateristlik kariyerinden, uyuşturucuyla mücadelesi ardından işsiz kalıp sokağa düşmesi ve kendini tekrar toparlamaısını anlatıyor. Çok güçlü bir kadının yaşamına ışık tutuyorlar; Hole’le parlaması, eşcinselliği, uyuşturucu yüzünden yaşadığı sıkıntılar, Kurt Cobain ile arkadaşlığı ve düşüşü…
Filmde Hole aynı zamandan Kurt ve Cortney ile ilgili daha önce yayınlanmamış bazı video çekimleri bulunuyor.
Patty yaşadıklarını kendi ağzından anlatırken aynı zamanda Hole , The Go Go’s, Faith No More, Veruca Salt, The Bangles gibi  grupların elemanlarından da dinliyoruz.

Patty şimdilerde eşi, bebeği ve köpekleriyle yaşıyor ve mutlu. Courtney lafını ‘’Patty benim davulcum asla da bir başkasının olamaz’’ cümlesiyle bitiriyor. Patty, Courtney hakkında kötü laf etmiyor. Beni şaşırtan bir idda ise Grunge müziğin Lezbiyenliği temel aldığı iddasıydı. ‘’Oduncu gömlekler, kot pantolonlar…’’
Rock dünyası, Hole’un geri planda kalmış elemanları, liderleri Courtney Love ve Kurt Cobain’li videoların bulunduğu iyi bir belgesel. Herkesin izleyip zevk alabileceği bir dille anlatım yapılmış; meraklısının yanısıra bir çok kişi kendinden bir şeyler bulabilir.



16 Şubat 2012 Perşembe

Les Triplettes de Belleville (2003)




Les Triplettes de Belleville (Belleville’de Bir Randevu), senaryo ve yönetmenliği Sylvain Chomet’e ait animasyon film. Film müzikal alt yapılıdır, daha fazla müzik ve pandomime yer verilmiştir. Film komedi kategorsindedir fakat yer yer kara komedinin varlığını görüyoruz.
Büyük annesiyle birlikte yaşayan Champion ana karakterimiz, her çocuk gibi kendine ait bir bisikletin kayalini kurmaktadır. Büyük annesi de bu hayalni gerçekleştirir. Fakat bu bisiklet tutkusu güçlü bir hal almaya başlar. Bisiklet yarışlarına ilgi duyacak kadar. Büyük annesi bu tutkusunu da destekler ve onu yarışlara hazırlamaya başlar bir nevi antranörü olur. Yıllarca çalışırlar ve Chapion Fransa Bisiklet turuna yarışmacı olarak katılmaya hak kazanır. Fakat onun gücünü fark eden Amerikan mafyası Chapion ve yarışmacı iki arkadaşını kaçırır. Bundan sonrası kurtarılma mücadelesidir. Kendine güveni tam olan büyük anne torununu kurtarmak için kaçırıldığı yer olan Belleville’e gider. Büyük anneye bir zamanların çok ünlü şarkıcı grubu Belleville üçlüsü yardım edecektir. (Violette, Blanche, Rose)
Film animasyon filmlerde bolca kullanılan canlı renklerin aksine daha koyu renklerin kullanılmıştır. Zman zaman retro sahneler çok gerçekçi ve şık biçimde sunulmuştur. Animasyonun kendine has çizimleri gerçekten çok hoş hatta çzimler yardımıyla bir çok komik sahne görüyoruz. Karkterler oldukça abartılı çizilmiştir. Vurgulanmak istenen ayrıntılarda abartılar mevcuttur, bu filme hoş bir hava katıyor. Ayrıca film zaman zaman rahatsız edici bile olabiliyor. Mesela Champion ve diğer iki yarışmacının mafya tarafından kaçırıldıktan sonra bahis için yarıştırıldığı anlar gayet vahimdir ve rahatsızlık verir. Onun dışında çoğu sahne göndermelerle doludur ama çoğunu komik bir dille anlatmıştır.  



8 Şubat 2012 Çarşamba

An American Werewolf in London (1981)




An American Werewolf in London, İngiliz-Amerikan yapımı bir korku filmi, yönetmenliği ve seneryosu John Landis’e ait. Başrolleri  David Naughton, Jenny Augtter ve Griffin Dunne paylaşıyor. Film 1981’de Saturn Award’da En İyi Korku Filmi, Academy Award’da ise Makyajda Üstün Başarı ödüllerini kazanmıştır. Birçok iyi eleştri ve ödül toplamış olan bu film, kült filmler arasında yerini almıştır. Oscar ödüllü makyaj efekleri Ricky Baker’a aittir.
Filmi diğer kurtadam filmlerinden ayıran birçok özellik var, özellikle dönüşüm halinde seyirciyi şaşırtıyor ki, dönüşümün her evresine şahit oluoruz ve David’i (karakteri kendi ismi ile canlandırıyor.) gerçekten de kurt ve adam karışımı bir bedenle görüyoruz. Ayrıca kendi hayatında iyi bir insan olan David kurtadamken iyi duygularından pek de arınamaz. Bu durum da bir çok vampirik filme esin kaynağı olmuştur, mesela; 2000 yılıda çekilmiş bir animasyon filmi olan ‘’Vampie Hunter D’’ den tanıdığımız aşık vampir Meier Link’in   yaşadığı kaosu anımsatır aşık olduğu kadına zarar veremek istemeyişi.
Hikaye Amerikalı iki öğrencinin sırt çantalarını alıp seyahate çıkmaları ile başlar. Londra yakınlarına vardıklarında dolunay vardır, pek de tekin olmayan bir puba giderler. Çıktıklarında ulumalar duyarlar ve yol çok karanlıktır. İçlerinden biri ölecektir, diğerini ise ölmekten beter olacağı olaylar bekliyordur, üşümekle terlemek arasında olan bir insanın canın sıkılması gibi değildir bu, yaşıyordur fakat anormal şeyler oluyordur mesela ölen arkadaşının kanlı bedeniyle iletişim kurabiliyordur, sonra pub sahipleri onun tehlikeli bir kurt adama dönüşeceğini söyleyip duruyordur. Bir de seksi hemşire faktörü var, ona çoktan aşık olmuştur bile. Dolunaya kadar vakti var ama gerçekten de öyle mi? Kabuslarında gördüğü arkadaşı ona çok tehlikeli olduğunu ve bu lanetin sona ermesi için intihar etmesini söylediğindeki gereçeklik payı nedir? David şansını dener ya da cesareti yoktur. Acılı değişim sonrasına kadar pek de umrunda olmaz.

Film müzikleri arasında Creedence Clearwater Revival, Bobby Vinton, Sam Cooke gibi bir çok ünlü sanatçı ve grubun parçaları yer almaktadır.
Film kült klasikler arasında yerini almıştır. Makyaj ve seneryonun yanısıra oyunculukların da oldukça başarılı olduğu bir film.




7 Şubat 2012 Salı

Taxidermia (2006)




Taxidermia, Macar asıllı yönetmen György Palfi’nin ikinci filmidir. Başroller; Csaba Czene, Gergely Trocsanyi, Piroska Molnar ve Adel Stanczel’dir. Film müzikleri Amon Tobin’e aittir.
Film kara komedi ve yer yer korku unsurları içerir. Yürekten çok mide hoplatan filmden biraz bahsedelim.

-----spoiler-----

Taxidermia, Maceristan’da, 2. Dünya Savaşı'ndan günümüze uzanan ve aynı nesilden, üç erkeğin (büyük baba, baba ve oğul) akıl almaz hikayelerini anlatıyor. Filmi üç evre halinde izliyoruz. İlkinde ana karakterimiz Macar asker Morosgovanyi, zavallı bir hayat sürüyor ayrıca başında sürekli konuşan, onu ezen bir komutanı var ama bu zavallı görünen askerin umrunda değil bizim de çünkü Morosgovanyi berbat ve garip fantezileri olan bir adam. Sonu da bundan dolayı olacak işin içinde domuz leşi ve sanrısal birkaç suç ortağı da var.
İkinci bölümde yönetmen mide bulandırmanın dozunu biraz artırıyor. Kuyrulu bir bebek olarak dünyaya gelmiş Kalman Macar hızlı yiyiciler takımındadır ve şampiyonluk için yarışır. Bir çok ülkeden şiman tipler bir araya gelip korkunç ve çok fazla yemekleri hızlıca tüketir en çok yiyen kazanır ve arka tarafa gidip hepsini kendilerine has yöntemlerle kusarlar. Sevdiği kadın da aynı şekilde obezdir ve hızlı yiyenlerden biridir. Bu iki çiftin küçük, cılız bir bebeği olur ve film üçüncü konuya geçer. Lajoska büyür bebekliğindeki gibi cılız ve soluk benizli biridir. Tahnitçilik yaparak hayatını sürdürüyordur, hayvan postlarının bolca olduğu atölyesinde babası Kalman ve onun kedileriyle yaşıyor ama sürekli kavga ediyorlar. Bu arada Kalman eşinden ayrılmış ve inanılmaz derecede şimanlamıştır kocaman bir yaratık olmuştur, Lajoska babasıyla kavga eder ve çekip gider. Döndüğünde Kalman’ın bağırsakları kediler tarafından deşilmiştir. Doldurmada usta Lajoska babası için son görevini yapar onu ölümsüzleştirir. Artık Babası yoktur, lolipop aldığı kadın da işten ayrılmıştır tek yol kendini de ölümsüzleştirmektir. Burada film kendini aşıyor, muhteşem bir sahne. Organlarını canlı tutabildiği bir makine, işi bittikten sonra devreye giren ve kafasını kesen bıçak... Film bir müşterirsinin kendisi ve babasının ölü ve doldurulmuş bedenlerini bulup sergilemesiyle sona eriyor.

------spoiler------

Filmin kamera açıları ve geçişleri taktire şayan hatta filmin üçe ayrıldığı bile hissedilmiyor, bir yandan mideniz bulanır ve olanlara bir mana ararken diğer yandan aman şu sahneyi, şu görüntüyü, bu kamera açısını kaçırmayayım diye filmi izlemeye devam ediyorsunuz.
Konular da bir o kadar merak uyandırıcı. Yönetmen ilk bölümde cinsel yönden sapıklık dozuna varan bir karakterle, ikinci bölümde fazla yemek yemek ve bunun sonucunda ortaya çıkmış insan bedeniyle, üçüncü bölümde ise çılgınlık ve ölümsüz beden arzusunun vazgeçilmezliği ile ilgili konularda rahatsız edici bir şekilde göndermelerini yapmış.
Film Pink Flamingos’tan sonra en sevdiğim kara komedi filmlerinin başındadır. Genç yönetmen György Palfi’nin başarısı kıskanılacak derecede iyi iş çıkarmış. Sadece midenizi tutup izleyin derim çünkü kaçırılmaması gerekli bir film.








1 Şubat 2012 Çarşamba

Irreversible (2002)




Irreversible, yönetmenliği ve senaryosu Gaspar Noe’ye ait, , Fransız drama filmi. Baş rollerde güzelliği ile büyüleyen Monica Bellucci, çoğumuzun Elizabeth filminden tanıdığı Vincet Cassel ve oyunculuğuna ilk kez şahit olduğum Albert Dupontel’i görüyoruz.
Filmin anlatımı on üç parçaya ayrılmış ve ters yönde kronolojik sırayla sunulmuştur. Film jeneriği de aynı şekilde ters yazılmıştır. 
Irreversible,  Noe’nin bir önceki filmi ‘’I Stand Alone’’dan  bir sahne olan, iki sarhoş adamın sohbetiyle başlıyor. (izleyenler filmin son veya ortalarında başka bir filmin sahnesi olduğunu anlayacaktır.) Daha sonra kamera dışarıdan gelen seslere yöneliyor ve biz de onunla birlikte o ortamdan uzaklaşıp neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. ‘’RECTUM’’ adında bir barda olay çıkmış belli ki ve ambülans, polis arabaları, etrafta tuhaf tipler, ortam karanlık, kamera açıları ve hareketleri insanı sarsıyor, biraz başımız dönüyor hala anlayamıyoruz ama şu Rectum adındaki mekanın gay bar olduğu kesin. Film ilerledikçe bir adamın bu barda Tenia adlı adamı aradığını görüyoruz ki çok sinirli, işin içinde intikam duygularının olduğu kesin. Daha sonra tek olmadığı anlaşılıyor yanında bir arkadaşı daha var intikamcı adam Marcus’a yardım etmeye çalışıyor. Sadece iri yarı eş cinsellerin bulunduğu ortamda Markus tacize de uğruyor tabi adamlar bir bardan ziyade zevk köşküne döndürmüşler bu karanlık loş ortamı ayrıca buram buram şiddet kokuyor. ‘’İçeride sadist birileri mi var, Tenia kim? ‘’ gibi düşünceleri kafamıza sokuyor yönetmen, bir nevi ipucu. Sonra işte o çok tartışılan sahne ile karşılaşıyoruz, vahşi ve acımasız tecavüz sahnesi, önümüze direkt bu sahneyle gelmiyor yönetmen, küçücük ayrıntı olayın ne kadar da olası ne kadar da kolay yaşanabilecek ve herkesin başına gelebilecek bir durum olduğu mesajını veriyor. Bir kadın açık seçik giyinmiş, çok hoş ve gece yarısı yalnız bir yere gitmek istiyor veya her hangi bir yerden eve dönmek istiyor. Alt geçidi kullanıyor (çoğu kadını korkutur) ve asla dahil olmayacağı bir dünyanın içinde buluyor kendini. Travesti biri ile tartışan çok çirkin bir adam ve o çirkin adamın bu bambaşka dünyadan gelen güzel kadın Alex’ten  aldığı korkunç intikam, önce sadistçe tecavüz ediyor ardından çirkin olmasının öcünü bu güzel kadından alırcasına yüzünü paramparça hale getiriyor.Yönetmen bu dehşet anın görüntülerini uzun tutmuş, Alex’in yer altından geçmeye çalışması ise oldukça kısa. Bu bölümden sonra film netlik kazanır ve öfkeli adamların amacı anlaşılır. Marcus’un Tenia’dan intikam alıp alamayacağını da izleyip görün derim.
Filmin tamamını izlediğimizde verilen mesajın, şiddet ve alıkoyma içeren porno filmlere göndermeler yapıldığı sonucuna varabiliriz. Ayrıca filmin başında ve sonunda yönetmenden ''Time destroys all things'' mesajı var.
Irreversible, 2002’nin en sert filmleri arasında yerini almıştır. Stocholm International Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazanmıştır. Filmin müzikleri Daft Punk’tan tanıdığımız Thomas Bangalter’e ait.